Bizler, Allah’ın yeşil elbiselerle Çanakkale’ye gönderdiği melekleriydik. Görev tamamlanınca şehitlikle ödüllendirildik. Fatihalar bize, Allah’ın selamı size…

Osmanlı Türk İmparatorluğuna son vermek, Türk Milletini Anadolu’dan söküp atmak, İmparatorluğun kalbi İstanbul’u, almak ve eski Bizans’ı yeniden canlandırmak amacıyla harekete geçen İngiltere’nin önderliğinde teşkil edilen müttefik donanma çok kolay geçebilecekleri düşüncesi ile Çanakkale ye geldiler.

1915 yılının 18 Mart sabahı, Birleşik Donanma, üç sıra halinde dizilmiş olarak Çanakkale Boğazı’nı zorlayıp Marmara’ya geçmek üzere ilerlemeye başladılar. Yedi saat sonra da geri çekildiler. Çünkü Birleşik Donanma, kuvvetinin üçte birini Nusret Mayın Gemisi’nin gece döktüğü mayınlara çarparak ve Türk topçusunun ateşiyle kaybetmiştir.

Sonra, 25 Nisan 1915 günü gün doğmadan, 308 savaş ve nakliye gemisi, Boğazın Asya yakası ile Gelibolu’ya taarruz ederek asker çıkarmaya başladılar ve 19/20 Aralık 1915’te Arıburnu, 8/9 Ocak 1916’da Seddülbahir kesimini boşaltarak geri çekildiler.

Müttefiklerin 252.000, Türklerin 213.882 kayıp verdiği bu çarpışmalarda gelin, Türk askeri ne yapmış görelim, tanıyalım ve kendimize dönelim.

TOPÇU NEFERİ KOCA SEYİD

…. Gözlerinden sel  gibi akan yaşlar yerleri ıslatıyordu. “ALLAH’IM! ALLAH’IM! BENDEN KUVVETİNE ESİRGEME…” Bu yakarış, şüphesiz, hiç kimseninkine benzemiyordu. Çünkü SEYİD herkesten ayrı, herkesten başka bir insan oldu, derin bir nefes aldı, Hak namına Hak yolundaydı. Aşk ile kendinden geçmesi ve 280 kiloluk top mermisini kucaklayıp omzuna alması bir oldu. Demir basamakları tam üç kez inip çıktı. Üçüncü mermi, savaşın kaderini değiştirdi. İngiliz OCEAN Zırhlısı aldığı yara sonucu batmaya başladı. Olayı izleyen Batarya Komutanı Yüzbaşı Hilmi Bey, efsane insan, Topçu Neferi SEYİD’e sarılıp defalarca öptü.

KENDİ CENAZE NAMAZINI KILAN ŞEHİTLER

… Kirte muharebeleri sırasında bölükler arka siperlerde hücum sıralarını beklemektedirler. Bütün asker süngü takmış siperlerden fırlamaya hazır. Sinirler gergin. Bütün dudaklar kıpır kıpır dualar okunuyor, Kelime-i Şahadet getiriliyor. Süre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleniyor… “Yavrularım… Aslanlarım… Biraz sonra Cenab-ı Rabbül Âlem’in huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim… Haydi! Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp, hep beraber teyemmüm edelim…” Teyemmüm edilir… Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı; “Çocuklarım… Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz… Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyorlar. Hem onlar için, hem de vakit varken kendi cenaze namazımızı kılalım… KÂBE karşımızda…” Arkadan Of’lu Ali Çavuş bağırır. “ER KİŞİ NİYETİNE!” O gün yapılan hücumda, kendi cenaze namazını kılan pek az kişi sağ kalabilmişti. Onlar Allah’a verdikleri sözü tuttular…

BİR MECİT

…Kocadere Köyü’nde kurulan sargı yerine getirilen yaralılardan yarası oldukça ağır olan Lâpseki’nin Beybaş Köyü’nden Halit, Komutanın elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşmasına rağmen tane tane kelimeler dökülür dudaklarından:

“Ölme ihtimalim çok fazla… Bir pusula yazdım… Arkadaşıma ulaştırın…” tekrar derin derin nefes alır, defalarca yutkunur ve devam eder,

 “Ben… Ben, köylüm Lâpsekili  İbrahim Onbaşı’dan bir Mecit borç aldıydım. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin…” ve son nefesini verir.

Aradan fazla zaman geçmez, sürekli gelen yaralılardan şehit olanların üzerlerinden çıkartılarak komutana ulaştırılan künyeler, eşyalar ve mektuplar arasından çıkan bir pusulada şunlar yazmaktadır.

 “Ben Beybaş Köyü’nden arkadaşım Halil’e bir Mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim.”

ŞEHİT YARBAY HASAN BEY

Fransız ölüleri arasında bir kıpırtı gördü., oraya yöneldi. Yerde yatan bir Fransız neferinin üzerine eğilerek omzundan tutup çevirdiğinde Fransız elindeki kasaturayı Yarbay Hasan Bey’in göğsüne sapladı. Göğsü kan içinde kalan Yarbay Hasan Bey’in “Allah şahidim olsun ki, Fransız’a kötü bir niyetle yaklaşmadım.” dediği duyuldu. Alay imamı, başında Kuran okumaya başladı. 7-8 ayet okumuştu ki Yarbay Hasan Bey; “İmam Efendi, La Havle Vela Kuvvete İlla Billahi Aliyyil Azim, duasını 33 kere okuyunuz.” dedi ve duayı kendisi de tekrar ettikten sonra “Beni ayağa kaldırınız.” dedi. Tabur komutanları ayağa kaldırdıklarında, “La İlahe İllallah Muhammedîn Resul Allah.” dedi. İleriye bakarken yüzünde bir tebessüm belirdi ve yüksek sesle “NİÇİN ZAHMET BUYURDUNUZ YA RESULALLAH!” diyerek ruhunu teslim etti.

BOMBASIRTI

Atatürk diyor ki; “Bomba sırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Siperler arasında mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak… Birinci siperdekiler, hiç biri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor. İkincidekiler onların yerine geçiyor… Fakat ne kadar gıpta edilecek bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir korku ve endişe göstermiyor, sarsılmak yok. Okumak bilenlerin ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk Askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldi. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Savaşlarını kazandıran bu yüksek ruhtur.”

ATATÜRK VE KOCA SEYİD

Çanakkale Savaşları biteli 21 yıl olmuştur. Havrana gelen Atatürk Kaymakam ve hazır bulunanlara Koca Seyid’i tanıyıp tanımadıklarını sorar. Üzüntüyle tanımadıklarını görür ve “Bana, o yiğidi bulup getirin… Sizi, Onunla tanıştırmak istiyorum. Yaptığınız, milletin kahramanlarına vefasızlıktır. Kendisini tanıyın ki, bu topraklar üzerinde yaşamanın bir bedeli olduğunu bilesiniz…”der. Koca Seyid’i bulurlar, Havrana getirirler, tıraş ettirirler, nahiye müdürünün elbiselerini giydirirler ve Atatürk’ün karşısına çıkartılar. Ata; “Koca Seyid bu elbise sana çok yakışmış, nereden satın aldın?” diye sorunca Koca Seyid, “Paşam geldiğinizi haber verdiler, çok sevindim, beni arattığınızı duyunca, dünyalar benim oldu… Bana bu elbiseyi giydirdiler. Kaymakam bey, öyle uygun gördü…” diyerek cevaplar. Bunun üzerine Atatürk orada bulunanlara; “Siz Vatan için, Millet için, Namusu için, canını ortaya koyan böyle insanları bu kadar mı tanıyorsunuz? Eğer siz onları tanımazsanız; geleceğinizi göremezsiniz. Hedeflerinizi bilemezsiniz.” diye sitem eder.

Ve Çanakkale’de bizim dedelerimiz bir defa daha tarihi böyle yazdılar. Biz yazdık onlar okudular. Ve onlar okumaya devam ettiler. Okudular, her fırsatta ve her yerde okudular. Okudukça medeniyete, teknolojiye hükmettiler. Allah’ın ilk emrini onlar tuttu; biz unuttuk! Cephelerde dedelerimizin nasıl kazandığını bile okumadığımızdan unuttuk ve bilemedik. Bakın Atatürk ne diyor? “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazanlar yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtacak bir nitelik alır.” Gelin vatan toprağını vatan yapan şehit ve gazilerimizi Fatiha’lar ile analım ve onlara layık olmaya çalışalım.

Çanakkale’ye gidelim, oradaki havayı teneffüs edelim,  Çanakkale’yi i okuyalım, dinleyelim yaşayalım anlatalım.

Önce Manisa da yapılan Çanakkale anıtını görerek anlamaya ve anlatmaya oradan başlayalım..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.