Osmanlı Devleti “Ümmet” anlayışı içinde ve devşirme yöntemiyle; yüzyıllar boyu, doğal olarak “Türk varlığını” unuttu. Genç Osman denilen Sultan 2.Osman zamanında siyaset sahnesinde “Türk adı anılarak” dolaylı da olsa Türk’ün etkin olması dillendirildi. Dillendirildi ve bu düşünce  padişah’ın  başını  yedi. Genç Osman’ın ,Osmanlı Devleti’ne getirmeyi düşündüğü pek çok yenilikler vardı. Bu yenilikler arasında “Türk” de vardı. Türk’e yakın olmak da vardı. Genç Sultan’ın en az soysuz  Yeniçeri’yi ortadan kaldırıp yerine Türk’ün adını anarak “  oluşan bir ordu kurmak istemesi bile, o değerli padişahın ufkunu, amacını, özlediği devleti anlatıyordu. Çok söylenir ki “Milli Devlet”  anlayışı Fransız  sonra devletlerin gündemine geldi. Oysa Genç Osman’ın 17 yüzyılın ilk çeyreğinde bir anlamda “Türk Milli Devleti”ni hatırlatan değişikler düşünmesi, onun çağını aşmış bir büyük değer olduğunu gösteriyordu,  ama gerçekleştiremedi. 1. Mahmut döneminde patlak veren Patrona Halil İsyanı’ndan sonra “Türk” padişah fermanı ile hatırlandı. Patrona Halil bir hamam tellakı olan bir Arnavuttur. İstanbul hamamlarında pek çok Arnavut tellak vardır. İsyan olayından sonra, Arnavutların hamamlarda çalışması uygun görülmediğinden, Padişah bir ferman yayınlayarak “Bundan böyle İstanbul hamamlarında, Türk’ten başka unsur tellak olarak çalıştırılmayacak” dedi. Evet Türk’ün bahtına tellaklık düşmüştü. Türklüğün kaderinde örselenmek vardı ve örselenmesi devam edecekti. Türk’lük  “ümmet” anlayışı içinde  ezilmeye ve büzülmeye adeta mahkumdu. Evet dünya “milliğini” , milli davranışları birdenbire Fransız İhtilali ile tanımamıştı. Herkes yüz yıl öncesinden kendi kavminin peşine düşmüştü. Bismark ve Prens Öjen gibi. Oysa Osmanlı Devleti, Türklüğün en büyük destanı olan Dede Korkut’un15 ve 16. Yüzyıllarda yazıya geçirilmiş nüshalarının dahi farkına varamayacak, onları koruyamayacak ve gün gelecek Türkler o nüshaları Dressen’den Vatikan’dan temin etmek zorunda kalacaklardır. Osmanlı sarayında, Rum Holofirialar’ın, Anastasyaların, ya da Yahudi Raşel’leri, İtalyan Bafoların, İspanyol  Violettalar’ın, Slav Alexandara’ların çoçuklarına hiçbir zaman “Bey Börek”. “Deli Dumrul” “Tepe Göz” “Salur Kazan” öykülerini okutmaları mümkün değildi. Osmanlının Türk’ü düşünmesi “eşyanın tabiatına” aykırıydı. Ümmet anlayışı içinde, bir devletin kuruluş harcına kan ve ter katan Türkler göz ardı ediliyor, sözde din değiştiren “el oğulları ve el kızları” baş tacı yapılıyordu. Çok geçmedi, Avrupa müspet bilim’in kanatlarına bindi ve yükseklere uçmaya başladı. Her şeyini yeni baştan düzenler oldu. Askerlik, toplum, devlet, insan, vatandaş anlayışını gözden geçirdi  ve   aklın aldığı kurallarla donandı. Osmanlı önceleri bunları “kaliteli müneccimler yapıyor” diye düşündü. Sonra orduları yenildikçe bu gelişmelerin dinamiğinin çok farklı olduğunu anlayamadan kendiside bazı değişiklikler yapmaya başladı. Gün geldi Genç Osman’ın 1621 deki  özlemi 19. yüzyılın başlarında yeniçeri ocağı kaldırıldı. Bu olaya Vakay-ı Hayriye dendi.

Kaynak: Osmanlının arksa bahçesi

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.