Yerel seçimlerin üzerinden çok zaman geçmedi. Bu yüzden seçim sonuçlarıyla ilgili sağlıklı değerlendirmeler yapmak zordur. Tarihi süreç içerisinde seçim sonuçları değerlendirilecek ve her siyasi parti kendine göre seçim sonuçlarından dersler çıkaracaktır.

Türkiye’de seçimleri sağlıklı bir şekilde değerlendirmek için biraz daha zamana ihtiyaç var. Ancak son yerel seçiminin halk üzerindeki algısını değerlendirmek, tahlil etmek ve sağlıklı sonuçlar çıkarabilmek için biraz gerilere gitmekte fayda var.

Türk demokrasisinin önemli dönüm noktalarından birisi birinci meşrutiyetle başlayan süreç ve 1908’de sekizde ilan edilen İkinci Meşrutiyet ise de biz daha çok 1923 ile 1946, 1946 ile 1950 ve 1980 sonrası yaşanan siyasi gelişmelerle 2000’li yıllara kadar geçen süreçte yaşanan gelişmeleri değerlendirmeye çalışacağız.

Türk demokrasisi Cumhuriyetle birlikte Halk Fırkasının kurulmasıyla yeni bir sürece girmiş, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1925) ve  Serbest Cumhuriyet Fırkası(1930) ile devam etmiştir. Her ne kadar 1923-1946 yılları arasında yaşanan demokratik tecrübeler ve bazı siyasi partilerin değişik sebeplerle kapatılmış olması birer demokrasi engeli gibi görülse de burada belirtilmesi gereken en önemli konu genç Cumhuriyetin milli birlik ve beraberliği, bağımsızlığı koruma refleksiyle hareket ettiğini anlamak gerekir. 

Cumhuriyetin ilk yıllarında demokrasiden faydalanan bazı iç ve dış çevrelerin de partilerin kapatılmasına gerekçe olacak bazı olağanüstü çabalar içine girdiklerini görmek gerekir. Bunlardan birisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılma gerekçesi 1925 tarihinde gerçekleşen Şeyh Said isyanı olması gibi. Artık açıkça ortaya çıkmıştır ki Şeyh Said isyanının arkasında batı kaynaklı bazı girişimlerin olduğu ve özellikle Türkiye’nin Musul ve Kerkük’ü alma girişimlerini önlemek, engellemek olduğunu net bir şekilde görülmüştür.

1930’da kapatılan Serbest Cumhuriyet Fırkasının kapatılma gerekçesi olarak Menemen olayı ilk akla gelen sebeptir. Menemen Olayı sonunda devlet refleksi önceliği devletin birlik ve beraberliği olarak görmüştür. Demokrasiye yeniden ara verilmiş ve öncelikle rejimin ve milli bütünlüğün korunması amaçlanmıştır.

1930 ile 1945 yılları arasında Türkiye’de Cumhuriyet Halk fırkasından başka bir partinin kurulmasına izin verilmemiş bu tarihten itibaren tekrar demokrasi geçiş denemeleri başlamıştır. Türkiye’nin demokrasiye tekrar geçiş süreci aynı zamanda Türkiye’nin günümüz batı dünyasıyla eklemlenmesi, batıcılaşma ve batıdan yana tavır alma ve dahi Batı’nın birçok dayatmasını kabul etme süreciyle paralellik arz eder.

İkinci Dünya Savaşı süreci ve sonrasında Batının başta ekonomik olmak üzere birçok baskıları Türkiye’yi çok yıpratmış ve Türkiye Atatürk’ün ölümüyle başlayan İnönü döneminde Sovyet Rusya’nın Türkiye’ye karşı uyguladığı ya da uyguladığı gerekçe gösteren ve de toprak talep ettiği gerekçelerine dayandırılan sebeplerle kendini daha çok Amerikan merkezli batı yanlısı politikaların içinde bulmuştur. 

Yaşanan süreçte gerek iç politikada gerek dış politikada Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik darboğazdan kurtulmanın yolunun batıdan gelecek ekonomik ve askeri yardımları zorunlu hâle getirmiş görünmektedir.

İkinci dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın 1945 Yalta Konferansından sonra doğu ve batı bloğu olarak ikiye bölünmesi batı bloğunun Amerika tarafından, doğu bloğunun ise Sovyet Rusya tarafından yönlendirilmesi Türkiye’nin kararında etkili olmuştur. Zira her türlü dayatmaya karşı İkinci Dünya Savaşı’na aktif olarak girmeyen Türkiye Sovyetlerin Boğazlar ve Doğu Anadolu’da toprak ve hak talep etmeleri gerekçesiyle daha çok Batı ve Amerika’ya yaklaşıma ihtiyacı duymuştur.

Amerika’ya yaklaşan Türkiye’nin 1945 sonrası aslında demokrasiden başka bir seçeneği de kalmamıştır. Çünkü Batı’nın Türkiye’den talepleri içerisinde demokratik yönetim, çoğulculuk ve Batı’nın öngördüğü demokratik bir hükümet modeli olmuştur.

Atatürk döneminde birkaç kez denenen çok partili hayata geçme girişimleri 1946 sonrası biraz da zorunlu olarak yeniden başlamıştır.

Ahali Partisi (1930), Amele ve Çiftçi Partisi (1930), Milli Kalkınma Partisi (1945) denemeler yaşansa da 1946’da Demokrat Partinin kurulması aynı bir demokratik sürecin başlangıcı olarak kabul edilmelidir. DP’nin Batı ve ABD ile son derece iyi ilişkiler içinde olmanın zorunlu bir tercih ve belki de tek tercih olduğunu düşünenler tarafından kurulan ve hükümet politikalarıyla bunu gösteren bir siyasi parti olarak tarihe geçiştir.

DP’nin 1946 seçimlerine katılması ancak seçimlerin tekrar Cumhuriyet Halk Partisi tarafından kazanılması, 1950 de ise ezici bir çoğunlukla ülke yönetimini ele geçirmesi yeni bir dönemin (Batı-ABD) yanlısı politikaların uygulanmaya konulmasının da göstergesi olmuştur.

Demokrat Parti ile Cumhuriyet Halk Partisi arasında çok büyük bir anlayış farkı olmamakla birlikte DP’nin daha çok batılı demokrasi ve liberal ekonomi modeline uygun bir parti tüzüğünü belirlemesi, batıyla olan ilişkilerinin batı tarafından desteklenmesi demokrat partinin seçimi kazanmasında etkili olmuş görünmektedir.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.