Dervişimizin Malta’da ki Türkiye hasretiyle dolu yaşamı halâ devam ediyor. Bu yaşamı devam ederken efendisine yazdığı birinci mektubu 12 Nisan 2018 tarihinde sizlerle paylaşmıştım.
Malta Adası’ndan bir dervişin Efendisine mektubu (2)
Cânım Efendim;
Kalem atına binipte çıktığımız seferde, menzil böyle görüldü.
Bendirin o ahenkli vuruşları gibi hâlimiz böyle dillendi bu kez.
Her gün kendi ışığında güzel, her gün kendi hâliyle pek çok saadet vesilesine aşinadır. Zira vakit denen mahlûkatta, o zaman dilimi içerisinde kendine düşen ibret vazifesini yüklenmekte, amma, yarın doğacak güneşin, kendi varlığını sürdürdüğü o kısacık gündüz kelâmında karanlıklarını aydınlatmasının her daim mümkün olmadığını bilmektedir. Çünkü kendine bir yol tutmuş, o yola baş koymuş insan dahi bilmediği, bilipte sadece aşina olduğu, ama hissetmediği bir meşalenin sıcaklığından ve aydınlığından naçardır. Yol bu yol, hâl bu hâl deyip gözlerden yaş yerine kan bile aksa, erisek yok olsak bile, hiçliği baş koyulan yolda hissetmek ve vuslata bu yolda nail olmak, kadehini bu yolda aşk şerbeti ile doldurmak derviş hakikatinden başka bir şey midir? İşte efendim, bu meyve ağacının herhangi bir dalındaki meyvesini olgunlaştırmasından ve dalından koparılıp o ilahi bedende cana şifa, ruha ibret verip, hayatiyetini devam ettirmesinden başka bir şey değilmiş gibi geliyor bu âcize.
Var isen yoksun, yok isen varsın demiştiniz. Halini hallendiren de sensin halini ballandıran da.
“Davran geliyorum demek düşmanı korkutmaz, sevgi ile düşmanı kendine benzet, ilahi hakikat kılıcını eline alıp davranman ise emir üzere olmayacak mıdır?” buyurmuştunuz.
Bizde aşka gelip yanımızda ki rehbere;
Korkutma güzelim kork, işte korkunu aşka vesile ettiğin o andaki hissiyat ki, yine aşktır. Korkun aşksızlık olsun. Düşmanı korkutmak ile hedefe varacağın hizmet, onu kendine uydurmak ile daha muzafferane olacaktır. “Nefsini Müslüman et” hadisi emirlerden bir emir olsun, deyivermişiz.
Sebep-i ferahım efendim vesselam.
Bugün Valetta’da tarihimiz kokan yerleri ziyaret ettim ve Malta’ya sığamaz oldum.
BEDEL
Ben can üzre başverdim
Hayatımı serdim gülyollarına
Atların nallarında ezilen benliğim
Yok saydım azgınlığıma
gemlendim…
Ben başyüzüne can verdim
Ah! O Siyer-iNebi
tütsülendim…
Buğurdandan firar eden ulvi koku
dertlendim
buhurların terkisinde
tütsülenmiş gül gibi mahviyetin gölgesinde...
Çöllerde isyan eden serden geçmez
Konuşmaz az bilen çok bilen
Bilenmiş hatırası benliğim
sözbilmez…
sözdinlemez…
Mızrakların ucunda
kanlı güller
Hemi ağlar hemi güler
ekrandaki sahtekar…
Ben merhamet uğruna
erk verdim
elle tutulmaz
gözle görülmez
dünyadaki zayıflar uğruna…
Emre Hanzade
HEP ÜMİT HER AN ÜMİT
Kader zincirini gönlüne bağlama
Yok edersin Rabbin rahmet kapılarını
Bedbaht olma hüzün yok ağlama
Nice aşık bu yolda akıttı kanlarını
Emre Hanzade
ACABA;
Her ümitli bekleyiş bir bedelin sonucunda mı mutluluğa gebedir? Yoksa ödenen bedeller mi ümidi doğurur? Bazen mahzun mahzun bir köşede öylece durup dururken bir mektup tüm efkârımızı dağıtıverir ya da yazdığımız bir mektupla içimizi döker rahatlayıveririz. Önemli olan derdimizi ve neşemizi paylaşabileceğimiz kişinin varlığının hayatımızda var olmasıdır. Aramak ve bulmak sana düşer mi, arayınca bulunur mu bilmem ama aramadan da bulunmaz gibi, yeter ki hasreti gönlüne düşsün.