Hüner, bir şehir bünyad (inşa) etmektir

Reaya (halk) kalbini abad (mutlu) etmektir.

Fatih Sultan Mehmet

Konu şehir ve şehirliler olunca akan sular duruyor. Bizim için mesele mühim, konu hassas. Söz konusu şehir ve medeniyet olunca akan sular duruyor.

Konu şehir olunca oldum olası içimi kemiren bir şeyler olur. Bazen bir umut ve yaşanası şehirlere dair hülyalar, bazen de karamsarlık ve şehirleri yaşanmaz hale getiren insanlar!

Şehirlere dair her ne varsa iğneden ipliğe kadar derleyip toparlamak gerekir. İşi başkasına bırakmadan tek başınıza da kalsanız şehirlere, insana ve medeniyete dair somut ve soyut her ne varsa toplamak!

Ancak ne acıdır ki şehirlerimizin birçoğu hakkında aklımıza çok da olumlu şeyler gelmez! Hatta bir zamanlar kendine özgü hayatı, ekonomisi, kültürü ve insanıyla özgünlüğünü korumuş şehirleri mumla arar olduk!

Çok uzaklara gitmeye de gerek yok. Örneğin şehzadelik makamına oturan çok güzel ve örnek alınası şehirlerimiz vardır. Ülkenin değişik coğrafyalarında soruyu rastgele sorduğunuzda ‘Şehzade Şehir’ ismine yakıştırılan, ismiyle müsemma kabilinden şehirler arasında ilk aklınıza gelen yaşanası şehir hangisidi diye sorduğumuzda alacağımız cevaplar bizi şaşırtabilir.

Şaşırtabilir çünkü insanlar şehzadeler şehirlerini ya duymamıştır ya da gitmemiştir. Ancak ilk akla gelen şehirler Amasya biraz da Manisa olabilir. Trabzon, Kütahya bizim şehrimiz olmadığı anlaşılacaktır!

Osmanlı şehzadelerinin kısa bir süreliğine de olsa bulunduğu şehirler şunlar: Manisa, Amasya, Konya, Trabzon, Kütahya, Sivas, Sinop, Muğla, Bursa, İzmit, Eskişehir ve Balıkesir.

Şehzadelerin bulunduğu şehirler arasında tarihi realiteler ilk akla gelmesi gereken Şehzadeler Şehrinin Saruhan Sancağı Manisa olması gerektiğini ortaya koyuyor.

Madem böyle bir gerçek var ve şehzadelerin çoğunluğu Manisa’da görev yapmış ve Manisa’ya gelen şehzadelerin 6 tanesi Osmanlı padişahı olmuş o zaman neden Manisalılar dahil insanların zihinde Manisa hak ettiği yeri alamamış?

Son yıllarda Şehzadeler şehrine yakışır bazı önemli çalışmalar, şehrin tarihi ve kültürel kimliğini ortaya çıkaran kalıcı eserler yapılmasaydı kimsenin aklına Manisa’nın Şehzadeler şehri olduğu da gelmezdi!

Bir şehrin tarihi bir şehir olması onun tarihi ve kültürel kimliğini korumuş, insanıyla bütünleşmiş, yüksek türk medeniyetinin canlı birer organizma hala gibi yaşamaya devam ediyor olması önemlidir.

Ön plana çıkardığımız şehzadeler şehirlerinin her birisinin tarihi şehirler olmasına rağmen gelecekte de tarihi ve kültürel birikini devam ettirebilecekleri anlamına gelmez. Köklerinden aldığı güçle bugün ve yarına uzanan birikime sahip olan şehirlerde yaşamak insanlar için birer ayrıcalıktır.

Günümüzün vahşi, yok edici, tüketici anlayışıyla kültür ve medeniyeti geleceğe taşımak bir hayli zor olsa da her şehrin ve şehirlinin şehirlerini korumak boynunun borcu ve en önemli görevleri arasındadır.

Şehirlerin bir bir yok edildiğini, kültür ve medeniyetin talan edildiğini görerek, izleyerek hayatta nefes almak ne acı. Yok edilen şehirlerimize dair pek çok örnekleri vardır. Bağdat, Şam, Kudüs, Kaşgar, Selanik, Tebriz, Bahçesaray, Kerkük, Musul,… İşgal, talan ve yağmalarla yıkılmış yakılmış, yağmalanmış şehirlerin dünü ile bu günü arasında derin farklılıklar vardır.

Savaş dönemlerinde, dışarıdan gelen müdahalelere karşı insanların bireysel manada yapabileceği çok fazla bir şey yoktur.

Modern şehirlerin (modern insanlar tarafından kurulduğu söylenen şehirlerin) geçmişleriyle olan güçlü bağları o şehirde yaşayan insanlar kadar şehirlerin de değerlerini arttırır. Turizmden tarihi ve kültürel hayatın, sanatın canlılığına, sağlıktan dayanıklı mimariye varıncaya kadar pek çok alanda tarihi şehirlerin modern akıl ve imkanlarla korunmasının büyük önemi vardır.

Milano, Prag, Buhara, Semerkant, Üsküp, Erzurum, Amasya,... Geçmişle bu günü kucaklayan ve geleceğe koşan şehirleri sıraladığımızda o şehirlerin aslında birer turizm, sanat, cazibe merkezleri olduğunu da hatırlarız.

Bazı zamanlarda şehirler iyi niyetli hamleler adına modern şehircilik adına yıkılırlar! Osmanlı bakiyesi ile gurur duyan birçok şehir bu çarpık anlayıştan nasibini fazlasıyla almıştır. İstanbul başta olmak üzere Türk medeniyetinin derin izlerini taşıyan şehirlerin pek çoğu modern planlama ve modern insanın yaşayabileceği şekilde yeniden dizayn edilmeye çalışılmış ve ortaya günümüzde içinde yaşadığımız şehirler çıkmıştır.

Şehzade Şehirler için de durum farklı değildir. Modern mimari ve şehircilik anlayışından nasibini fazlasıyla alan şehirlerin başında şehzadeler şehirleri gelmektedir. Öyle ki bu şehirlerle ilgili kartpostallarda görebildiğimiz birçok tarihi eser daha dün diyebileceğimiz zamanlarda yıkılmış yerlerine modern insana uygun binalar yapılmıştır!

İnsanlık Evliya Çelebi’ye çok şey borçludur. Gittiği, gezdiği yerleri adeta krokisini, planını, kimliğini satırlara dökerek çıkarmıştır. Çelebinin anlattığı şehzade şehirlerle bu günün şehzade şehirleri arasında dağlar kadar fark vardır. Hatta dedelerimizin anlattığı şehirle bu günün şehirleri arasında derin uçurumlar vardır.

Tarihi ve kültürel hazinelerimize karşı vurdumduymazlık, görmezden gelme bir insanın zihniyetin dumura uğraması meselesidir.

Geçmiş yenilgilerin, yıkımın, yokluğun, ıstırapların acısını tarihten, mimari ve kültürden çıkarılamaz!

1960’lara kadar gelebilen tarihi hazineyi barındıran muhteşem şehirler bazen yenileme bahaneleriyle bazen de “İhtiyaca cevap vermiyor. Yıkıp yenisini yapalım” gibi sakat bir anlayışla yıkılmıştır!

Ancak gelinen noktada geçmişte her ne olduysa olmuş bu güne ulaşan değerleri koruma görevi bizlere verilmiştir.

Bugüne kadar gelebilen tarihi ve kültürel mirasa dair her ne varsa gözümüz gibi korumak için herkesin üzerine düşen birinci görevidir.