Hayatın akışında insan ne kadar mücadele içinde olsa da onu teskin edecek, huzur bulacağı uğraşlarını hiç eksik etmemiştir, Çiçek sevgisi de Türk insanının hayatında vaz geçilmez sevdalarından biri olmuştur.
İbrahim Numan’ın Şükufezar isimli kitabında başlayalım: “Ya İlâhi senin ile bakıp seni gören, seni işiten, seni koklayan, cümle kâinatta seninle bir olmak gibi çiçeklerin âlemini keşfetmeyi, onlardan senin sırrını, tecellini seyretmeyi lütfet.
Hadi âşık, sen de bir çiçek gibi, kendinden kendine sefer etme sürecini tamamla. Tamamla da Yaratılmışların en Şereflisi gibi Habibin cemal ve kemal kokularının sonsuz etrafa saçılmasına vasıta ve sebep ol. Ancak, açmakta olan bir çiçeğin kemale ermeden, olgunlaşmadan kokusunu yayması mümkün değildir.
Lalenin taç yaprakları üzerindeki şebnem taneciklerini gökler kıskanmış da üzerlerine yıldırım göndermişti. Yoksa kalbe aşk ateşi düşmeden ne âşık ne de sevilen olunmayacağını onlarda anlayıp aşk yıldırımlarındaki ateşi mi çağırmışlardı? Bu aşk öyle bir aşk ki bir kere kalbe düştü mü yakar, lâl eder, alır aslına çeker. Yüreği aşk ateşiyle dağlanmıştır. “ Diye yazmaktadır.
Osmanlı’nın en sevdiği çiçekler lale, sümbül, gül, karanfil olmuştur. Fatih Sultan Mehmed, İtalya’dan getirdiği ressam Bellini ’ye kılıçla değil, Gül Koklarken resmini yaptırmıştır.
"Gülüm şöyle, gülüm böyle demekdir yâre mu'tadım
Seni ey gül sever canım ki cânane hitabımsın. "…Nedim
Çiçeklerin sembolleri ve gizli anlamları da vardır. Gül yerine göre, "sevgili, Allah veya Resulü, padişah veya devletin ileri gelenlerinden birini temsil eder. Klasik şiirimizde çiçeklerin sultanı olarak kabul edilen gül, rengi, şekli, kokusu, dikenleri ve kısa ömürlü oluşuyla, bülbülün ona duyduğu aşk gerçek ya da mecâzi şekilde çok defalar anlatılır.
Ehl-i temkinim beni benzetme ey gül bülbüle
Derde yok sabrı anın her lahza bin feryâdı var. …Fuzuli
*
Cihan bağın seyran eyledim gezdim
Gönül seni sevdi güller içinde… Gevheri