Son birkaç yazımın ana konusunu Sabetay Sevi çerçevesinde Amin Maalouf’un “Yüzüncü Ad” kitabında anlattığı olay örgüsü oluşturdu.

Yazı bu şeklide daha nereye kadar devam edecek? Bir yerde yazıya ve Maalouf’a nokta koymak gerekir.

Son birkaç gündür yaşanan acayip denebilecek birkaç olay yaşamasaydım belki de devam ederdim Sabetaycılık üzerine yazdığım yazılarıma...

Üç gün önce telefon numaramı AA temsilciliğinden  aldığını ifade eden çok meşhur bir tv kanalının çok meşhur muhabiri (T) aradı.

Konu kültür-sanat ve kültür tarihçiliği üzerine şehir üzerine yapacakları programlarına katkı, destek ve program konuğu olmam konusundaydı.

Üç gün içinde en az beş kez görüştük söz konusu şahısla. Nihayet dün itibarıyla ısrarlarıyla işimi, programlarımı bırakıp yüz yüz görüşmeyi kararlaştırdık.

15 Nian 2025 Salı, 15.20’de ilk kez yüz yüze görüşme imkanı bulduğumuz program yapımcısının yanında kameraman olduğunu düşündüğüm bir arkadaşta bulunuyordu.

Ancak her nedense konuşmaları, jest ve mimikleri, telefonda ısrarla hangi şartlarda kendilerine yardımcı olabileceğimi birkaç kez belirtmiş olmama rağmen herkes onların emirlerine amadeymiş, mikrofon uzattığı insanlar onlar ne derse yapmalıymış gibi bir tavır içinde olduklarına dair izlenmim edindim!

Hatta o anda çekimleri olduğunu, birkaç dakikalık da olsa kendilerine şehrin bazı tarihi ve önemli mekanlarıyla ilgili ‘bir şeyler’ anlatmamı istediklerini emrivakiyi çağrıştıran ifadeleri karşısında zamanımın uygun olmadığını,  çekimler için daha geniş ve müsait bir zaman ayırmak gerektiği yolunda düşüncelerimi aktarmama rağmen tavırlarını sürdürünce konuyu netleştirmeye fırsat bulamadan görüşmemiz sona erdi.

Sonuç malum!

Kendilerine 1987’de itibaren basının içinde olduğumu, bağlı bulundukları gazete ve TV’nin Ankara temsilcisinin arkadaşım olduğunu, gazetecilik ve program çekimlerinin aceleye getirelemeceğini, konukların seçimi ve üslubun önemini kibarca anlatmaya çalıştım.

Sizin anlayacağınız buyurgan ve çok bilmiş tavırlar bazı insanlar üzerinde etkili olabilir. Ancak hiçbir karşılık beklemeden, kişi, kurum, makam, mevki, şan, şöhret beklentisi olmadan tek başına da olsa yol almaya, ömrünü kültür ve sanata adayanlar üzerinde buyurgan tavırların etkisinin olmayacağını keşke anlayabilselerdi!

Hiçbir gazete, tv kanalı ve belgesel programcısında karşılaşmadığım tepeden bakan, buyurgan tavırların sosyolojik, psikolojik analizini yapıp ülkem adına nutuklar atacak, karalar bağlacak değilim. Beni üzen yetenekli, ne yaptığını bilen, mütevazi, cevval, kültür, sanattan anlayan; mesleklerine aşık program yapımcılarına ne kadar acil ihtiyacamızın olduğunu bir kez daha görmek oldu. 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.