Uzun zamandır yapmayı düşündüğüm ancak bir türlü gerçekleştirme imkanı bulamadığım düşüncelerimi bu süreçten itibaren hal yoluna koyabileceğimi umuyorum

Böyle anlarda Paulo Coelho'nun ‘Simyacı’ romanında anlattığı gibi yaşamak geçiyor içimden.

Dünyayı elinin tersiyle itip sadece gönlüne yaslanmak ve o uçsuz bucaksız deryalara dalmak geçiyor...

Elime aldığım, aklımdan geçen her şeyin bir anda anlamsız görünmesinden midir nedendir tam olarak anlayamadığım bir ruh hali içindeyim.

Son zamanlarda içinden çıkamadım ve beni biraz daha kendine çeken yoksunluk, gariplik ve yakınlarımızın birer birer göçünü tamamlayarak yeni bir âleme gidiyor olmasından mıdır tam olarak bilemiyorum ancak bildiğim bir şey var ki Celil'in annesinin vefat haberini almış olmam beni biraz daha etkilemiş olmalı.

Bütün üzücü haberlerin hep birlikte üzerime doğru gelmesinden midir yoksa baş ağrısıyla uyanmanın kör sabahlarda beni kendine alması ve hatta kendimden geçmeme sebep olmasından mıdır bilinmez ancak bildiğim bir şey var ki son zamanlarda çok da iyi bir ruh hali içinde değilim.

Sabahın kör karanlığında daha horozlar bile uyanmamışken baharın ilk günlerinde ancak kıştan kalan son ayazının altında 11 Nisanda titreme nöbetlerimi neye yormalıyım?

Ayazın sesi açık kalan penceremden içeriye girmek için perdelerle savaşıp ince ve sessizce içeriye süzülürken derin uykusundan uyanmış birisi ne yapabilirse ben de onu yapıyorum. Ancak öyle düşündüğüm gibi olmuyor. Kalkıp kendimi ayaza veriyorum. Baş ağrım, migrenim soğuk rüzgarın tokadını yesin ki bir nebze hafiflesin ve bedenimden çekip gitsin istiyorum. Beni bana bıraksın, yalnızlığımla baş başa kalayım, başımı alıp gideyim, ağrısız, sancısı ve migrensiz...

Migren mi, ayazda kalmış düşlerimin beni benden alması mı daha zor olan. Başımın duvarlara vuracak denli ağrısını yaşarken bir yandan da bunun edebiyatını yapıyor olmam hiç de normal değil!

Bu öyle bir şey ki rüyanın zihinde bıraktığı tonlarca ağırlığındaki sancı ya da nefessiz kalmak gibi bir şey. 

Saatin kaç oluğunun önemi yok. 

Babamı arıyorum. Tek parti dönemini hayal meyal hatırlayan ve daha çok DP döneminin etkisinde kalan 1942’nin Şubat soğunda hayata merhaba diyen babamı arıyorum.

Yıllar geçmiş gibi. 

Yıllardır uğramadığım, uğrayıp kalamadığım çocukluğuma dönüp arıyorum.

İyiymiş. 

Merak etmemeliymişiz. 

Kasabadaki sağlık ocağına gitmiş. Biten ilaçlarını yazdırıyormuş. Kulak işitme cihazının kaybolan parçasını almış. Telefonda konuşurken daha rahat anlaşıyoruz!

Üstüne basa basa ve yüksek sesle konuşuyor. Sanki neden aradığımın cevabını vermek ister gibi. “Merak etme. Ben iyiyim.” deyip lafı bu mevsimede Bozdağ’a kar yağdığını çok ender hatırladığından bahsedip değiştirmeye çalışıyor. 

11 Nisan 2025. Bozdağ kardan gelinliğini giymiş.

1942 Şubat,  2025 11 Nisan. Babama maşallah. Eski toprak ne de olsa. Benden iyi diyesim geliyor. Zihin açık. Aklı başında, ciddi bir sağlık sorunu yok.

Kolay değil bir asra yaklaşan hayatı sırtlayan birisinden bahsediyoruz. Hala tek başına hayata karşı, çilelere, yalnızlığa karşı mücadeleye devam ediyor. Anam öldükten sonra bir ara kendini bırakır gibi oldu ancak toparlanmasını bildi. Hatta hayata karşı nasıl savaşılaması gerektiğini bizlere öğretircesine... İyi ki mücadeleye devam ediyor.  

Binlerce yıllık Türkçemizin diri, dinamik ve bir o kadar da katlanılması, alışılması zor olan “öksüzlük” babamı çocukluğunda yakalamış. Ninemi hayal meyal hatırlıyor.  

Ne muhteşem ve ne kadar güçlü bir dilimiz var. 

"Öksüz" sözcüğü,Türkçe "ök" kökünden türemiş. ‘Ök’ sözcüğü "bağ, ip, ana" anlamlarına geliyor.  İnsan bağlarından koparılırsa hayatta ne yapabilir ki. 

Babamın akranlarının çoğu göçtü. Bak, Cemil ve Celil’in annesi de göç kervanına katıldı. Hakkı Amca kabirde bu günden sonra yalnız yaşamayacak. 

Halbuki birçoklarımız ölüm nedir, hayat nedir, dünya nedir, sevmek nedir, gönül nedir... yaşamadan, tatmadan gidiveriyor. O yüzden dünyayı ve dünyamızı anlamlandıranlara ne mutlu. Bize ne mutlu ki onlar sayesinde anlamlı hale geldi, geliyor dünyamız. Ancak aramızdan birer birer ayrılmaya başlayanlar oldu mu bazen öksüz, bazen de yetim kalırız.  Şimdi Cemil ve Celil öksüz ve yetim kaldılar. 

Türk tarihi araştırılsa ve öksüz, yetim tarihi yazılsa yeridir.

Ben öksüzlüğe henüz alışamadım. 

Anam bir şubat sabahı göçünü tamamladığında ilkin babam aklıma geldi. Ancak asıl ölüm unutulmaktır zannımca. O yüzden ölümden ziyade ayrılık, göçenleri uzun yıllar görememek koyuyor insana. Babama da çok koydu bu ayrılık. Hala da öyle. O fark ettirmemeye, dik durmaya çalışıyor ama ben anlıyorum.  O yüzden tek başına mücadeleye devam etmeye çalışıyor. 

Söz Paulo Coelho'dan, ‘Simyacı’dan açıldı nerelere geldi. Yanımda duran yüzlerce kitap arasında adeta göz kırpıp tekrar okumamı istemesinde bir neden olmalı diye düşünmüştüm elime aldığımda. İlk yayınlandığında da okumuştum. Gönlümüze şifa bir simyacıdır belki, bilemeyiz.

Bir amaç uğruna yaşamak hayatı daha da anlamlı hale getiriyor, hayatta tutuyor insanı. Bunun farkına belki ileriki yaşlarda varıyor insan. Ama olsun. Önemli olan farkındalık yaratacak şeyler yapmak hayatta. 

Bizimkisi de öyle bir şey sanırım! 

Bir idealin düşü. 

Hayatın anlamı belki de dünyadan göçünü tamamlayanların kulağımıza sessizce fısıldadığı ölüm gerçeğidir. 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.