Yaz  gelince  bağ  zamânı  da  gelir.  Ağustos  ayının ikinci yarısı ise, Manisa Sultânî üzümlerinin olgunlaşma zamânıdır. Önce kurak-kır yerlerdeki seyrek ama kütürdek salkımlar sararır, sonra üzerlerine kınalı benler konar, kırbağ üzümü az olur ama öz olur, bu tadı bilenler, pazardan, çarşıdan üzüm alıp yiyemez, koyu sarı, hattâ kızarmış küçük tâneli tâze üzümleri arayıp, dururlar.

     Manisa’da yaş üzüm satma alışkanlığı yoktur. Sultânî üzümün tamâmına yakını kurutularak toptan satım için borsaya gönderilir. Diğer üzüm cinsleri de yemeklik kadar yetiştirilir.

     Gediz kenarları kum yerler veya içerlerdeki toprak bağlar çok verimlidir, buralarda hasat, kır yerlere göre  birkaç hafta sonra olur ve Manisa ovasında bir telaştır başlar.  Ağustos’un yirmisinden sonra kır yerlerde, otuzundan sonra bütün bağlarda, bağ bozumu yapılır. Üzüm kesecek, taşıyacak, serecek insan aranır, önce akrabâ, konu-komşu dâvet edilir. Etraftan gündelikçi tutulur. Hiç bitmeyecek sanılan bağın üzümü, her defasında da beklenenden önce toplanıp, kuruması için yere serilir. Hep, “asmada daha çok görünüyordu, ama..” sohbetleri ile bir  haftalık, sergi yerindeki kuruma ve üzümü bekleme faslı başlar.

     Sergide kurumakta olan üzümün başında beklenir. Bu hem bir âdettir, hem de bir zarûrettir. Zîra üzüm sergide olunca, bağcının gözü hep gökyüzün-dedir. Kara bulutlar Menemen boğazından, başı kışın karlı, güzün dumanlı Spil Dağı’na doğru ilerlerse yağmur kaçınılmazdır. “Bulutlar gider Şam’a, çek eşeğini dama” tekerlemesi ile hemen tedbir alınır. Sergideki üzümlerin üzerleri örtülür veya geçici olarak erken toplanır. Bir de gece nöbeti tutulur. Hazır kurumuş üzümün hırsızı da vardır. Her sene, “filancanın sergi yerinden üzümleri çalınmış” diye haberler abartılarak dolaşır. Bâzı geceler, kovaya, lancaya veya bandırmaya bir böcek girer. Bir türlü teneke kovadan çıkamaz ne kadar tırmansa, geri düşer. Bu sesi bile, bağ damında yatan ev halkı; “bandırma kulplarının sesi mi, ne? Sergi yerinde “hırsız var gālibâ”…” diye şüphelenir, av tüfeğini kapan evin reisinin arkasına, kadın, çocuk cümle ev katılır, sergi yeri kolaçan edilir. Zâten ovada o saatlerde sâdece, zaman zaman, çakalların havlaması ve uluması ile gece kuşlarının uğultusu duyulur. Başkaca el–ayak oynamaz. Tekrar gönül rahatlığı ile gece ayazı da çıkmışken cibindiklerin içine girip, yatılır.

     Bağ zamânı, bağa taşınıp, bağda yaşamak, Manisa’nın asırlardır süren geleneğidir. Yeri fazla ve mesleği bağcılık olanlar bütün bir yazı ovada geçirir, başka bir işi olup, baba–dede  yâdigârı bağ sâhipleri tâtile gider gibi ortalama bir aylık üzüm zamânını bağlarında geçirirler. Bağlar eski manisalıların aynı zamanda sayfiye yeridir. Nesilden, nesile devam eden komşuluklar yaşanır. Bağ yerine mahsus gece eğlencelerinde; bildiğimiz türkülerimiz ile çocuklar oynatılır, âile geçmişi, hikâyeleri, hattâ masalları tekrar tekrar anlatılır. Büyükler de bu anlatılanları çocuklarla birlikte dinler, unutulanlar yâdedilir. Amca, hala, teyze, dayı zâdeler büyüğü–küçüğü bir araya gelirler. Uzaklaşmış akrabâlar tekrar yakınlaşır. Asma çırpısı ve kütüğü ile yer ocakları ve bağ fırınları  yanar, bağ pideleri veya börekleri yenir. Ekmek bile bağ damında, fırınında yapılır. Zerzevatı da orada yetiştirilir veya yetiştirenlerden alınır. Üzümün kuruyup, toplanılmasından sonra, pekmezler, reçeller kaynatılır. Tarhanalar, salçalar yapılıp  eve dönülür.

     Bağa göçmek, nüfus yapısı yörük ve göçmen karışımı olan Manisa ahâlisi için, konar–göçer zamanlarımızın mîrâsı olarak toplumsal hâfızamızın bir yerlerinde de olabilir. Ama insanımızı rutin hayâtından uzaklaştırıp, rûhen ve bedenen bir tâtil dönemi yaşatması başlı başına toplumsal sağlığımız açısından önemli olduğu kadar âile bağlarından, örf ve âdetlerimizin yaşatılmasına kadar birçok faydası da vardır.

     Son yıllarda, bağ zamânı, bağ damlarına göçmek yerine, deniz kenarla-rındaki yazlık evlere veya tâtil yörelerine gitme alışkanlığı çoğalmıştır. Ancak, Manisa ovasının sultânî üzüm bağları var oldukça, bağ hayâtı, damlarda olmasa da, konforlu bağ villalarında devam edecektir, etmelidir. Çünkü Manisa ovası ve bağları memleketimize yaratılışın bir lütfudur.

     Bir de, güzelim sultânî üzümümüzü ekonomiye, hem bir Manisa markası olarak, hem de çağın gerektirdiği, sağlıklı ve organik şartlarla sunabilmeliyiz. Lezzette emsalsiz kır yer üzümlerimizi, markalı patentli olarak, hiçbir ilaç ve hormona bulaştırmadan yaş ve tâze olarak değerlendirmeli, kuruttuğumuz üzümleri ise halk arasında posata denilen zehirlerden uzak ve doğal ortamda kurutup pazarlamalıyız. Ancak bu şekilde, kuru-muş üzüm çuvalları simsarların deposunda çürümez, bütün bir yıl îtinâ ile baktığımız bağlarımızdan ümit ettiğimiz verimi alabiliriz.

Böylece, “Baylan Cemile” türkümüzde anlatıldığı gibi; 

Manisa’nın üzümü
Güldürecek yüzümü
Yedi yıl hizmetim var
Dönüverdi sözünü

dedirtmez. Hizmetimizin karşılığını alabiliriz.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.