Osmanlı Devleti, Tanzimat’a gelinceye kadar Müslüman halklarıyla Müslüman olmayanlarla eşit hale getirerek merkezi güçlendirmeye çalışmış, buna karşın bürokrat, aristokrat ve azınlıkların devlet üzerindeki güçleri artmıştır. Zira Avrupalı devletler Osmanlıya verdikleri destekler karşısında bazen azınlık haklarını gündeme getirmiş çoğu zaman da Osmanlıyı ekonomik pazar alanı olarak görme eğilimini silah olarak kullanagelmişlerdir. Avrupa kültürünün etkileri siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda çatışmaları derinleştirmiş görünmektedir.

      Tanzimat Fermanı, Osmanlı toplumuna haklar-kazançlar getirmenin ötesinde aristokrat çevreler ve azınlıkların Müslümanlara karşı etkinlik ve imtiyazlarını artırmış bu gelişme Islahat Fermanı ile resmileşmiştir. Kuşkusuz Tanzimat’ın getirdiği değerler halkın yerleşik değerleri ile çatışmakta ancak bu durum halktan kopuk kesimlerin yeni kültür, yeni dünya ve yeni bir medeniyet düşüncesi taşıyanların ekmeğine yağ sürmüştür.(16)  Aynı şekilde  “Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile başlayan değişme sürecinde, karşılaşılan Batılı kurum ve sistemlerle, geleneksel Osmanlı halk-kurum ve değerleri, zaman zaman uyum göstermesine karşın, çoğu kez birbirlerine karşı direnmişler ve çatışma içerisine girmişlerdir.”(17)

      Bir ülke düşünün ki kendi insanı ile barışık olmasın, hatta bırakınız barışık olmayı vatandaşlarına karşı uyguladığı kültürel ve ekonomik değerler insanına göre biçilmemiş olsun!

      Tanzimat Fermanı’nın getirmiş olduğu batıcılaşma düşüncesi ile İslam dünyasına modernizmin girişi paralellik arz eder.  Türk- İslam dünyasına modernizmin girişinden sonra gerek Osmanlı Devleti’nin son döneminde; özellikle Meşrutiyet Dönemi ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile resmileşen batıcılık ideolojisi temel ölçüt olarak kabul edilmiş ve hızla uygulama alanı bulmuştur.

      Cumhuriyet öncesi Osmanlı aydınının benimsemiş olduğu ben bilirimci tek parti mantığı Cumhuriyet sonrası da devam etmiş görünmektedir. Kabul ettirilen batılılaşma, demokrasi ve laiklik gibi resmi devlet uygulamaları genellikle İslam dünyasının günümüzde yaşadığı en önemli medeniyet açmazları arasında gösterilebilir. II. Meşrutiyet’ten günümüze kadar benimsenen resmi devlet politikaları genelde parlamenter demokrasi olarak karşımıza çıkar. Batı eksenli yeni medeniyetin secüler anlayışı halkın tepkisi ile karşılaşmış ancak bu militer güçlerin sistemi koruması;  antidemokratik olan bu durumun Avrupa tarafından da desteklenmesi paradoksun diğer bir boyutudur.

      Bizim gibi tarihi sürece sahip toplumlarda uygulanan, kabul edilen demokrasi mantığı ile Avrupa, Amerika, Avustralya... Gibi toplumların tarihsel süreçlerinden geçmiş bölge ve uygarlıklarda benimsenen, uygulanan demokrasiler arasında uygulama, anlayış farklarının varlığını her bakışta görmek mümkündür.

      Gerek tek partici demokrasi geçmişimiz, gerekse günümüzde benimsenen demokratik anlayışımız arasında parti sayısının çokluğu gibi bir farklılıktan daha öte yaşamsal değişim kalıpları gözlemlemek mümkün değildir. Bunun mümkün ve hâlihazırda uygulanan model olduğunu savunabilmek için tabanın bu modeli sosyal bir hayat felsefesi, bir yaşam modeli olarak benliğinde hissetmesini, her hal ve şartta korumasını beklemek gerekirdi ki bunun böyle olmadığı aşikârdır. Her türlü başarısızlık, kötü yönetim veya darbe dönemlerinden sonra seçilmişlerin yeniden iktidara taşınması demokratik yaşam modelinin toplumda yerleşmediğinin göstergelerindendir. “Başka bir söyleyişle halkın müdahaleye seyirci kalmasının sebebi, olan biteni kendi dışında görüyor olmasıyla açıklanabilir. Demokrasiye müdahale eden güçler o ülkede demokrasinin kurulmasında doğrudan çıkarları olan sınıflardan herhangi biri mesabesinde bulunsaydı, aslında en başta müdahaleye cesaret edilemezdi.”(18)

      Türk demokrasisine bir milat, bir başlangıç aranacaksa sanırız I. Meşrutiyetle başlayan dönem bizim toplumumuzda demokrasinin miladını oluşturacak özellikler taşır. Osmanlıda belki de son çare olarak sosyal, siyasi ve dış politikada gelişen olayların ve aydınların bir dayatması olarak benimsenen Meşrutiyet hareketi demokrasisi merkezin çevreye-devletin halka dayatılmış ve dayatmasıyla uygulamaya konulan aydın, bürokrat,  askeriye ve azınlıkların çıkarlarına hizmet eden bir araç olarak kullanılmıştır. Yönetimde şekil değişiminden çok da fazla bir farklılık getirmeyen ilk demokrasi denemesi halk nazarında eşit iş, eşit sosyal güvence, özgürlüklerin genişletilmesi... Gibi pek çok alanda hayal kırıklığı yaratmışa benzemektedir. Çünkü halk “...adını bile bilmediği, fakat durumu kurtaracak derecede özgürlükçü oldukları varsayılan kimseleri vekil olarak kabul etti.”(19)

      Avrupa’da demokrasilerin değişmez, değiştirilemez kurumlar oluşturmaları, partilerin toplumsal tabana yayılabildiği, halk tarafından korunageldiği bir gelenek, bir anlayış –kültür oluşturmalarına rağmen bizde böyle bir durumdan, gelenek ve kültürden söz etmek adeta abesle iştigal olur. Toplumsal dinamiklerinden habersiz, sınıf ayrımının, köleciliğin, burjuvazinin, aristokrasinin, sanayi toplumunun, işçi-işveren, yöneten- yönetilenler arasında yüzyıllar öncesine dayanan kökten ayrımların yaşanmamış olması tarih, kültür ve yönetim geleneklerimizin Avrupa’dan farklı şekillenmesine yol açmış ve hak arama, başkaldırı, ayrımcılık, gruplaşma... Gibi partileşme temelleri-kültürü oluşmamıştır. Buna karşın Meşrutiyetle hızlanan ülkeyi demokratikleştirme, yönetimde halka temsil hakkı verme geleneği tam olarak uygulanamamıştır. Toplumun kendini değiştirip dönüşmesine fırsat bırakılmadan jakoben anlayışla köklü değişim ve uygulamalara gidilmiştir. Yer yer despotik uygulamalar, ben bilirimci- tek parti yönetimlerinin hatta çok partili olmasına rağmen halka demokrasiyi benimsetme, kabul ettirebilme  adıyla değişim ve dönüşüm hareketlerinin yukarıdan aşağıya doğru empoze edilen, merkezden çevreye yayılan militarist mantık taşıdığı ve amacının toplumu kökten değiştirmek amacına yönelik birer proje olduğu anlaşılmaktadır. Günümüzde mevcut milletvekili seçme ve milletvekillerinin parti liderleri tarafından belirlenmesi toplumun tercihlerine güvenilmediğinin, demokrasi denilmesine rağmen halka merkezin istediği ölçüler içerisinde demokrasinin uygun görüleceğinin en açık belirtisidir.

      Çağdaşlaşmanın, demokratik kuralların, toplumsal değişimin ön koşulu zihniyet değişiminden geçer. Ancak zihniyet değişimlerinin devrimlerle gerçekleştiği bizim gibi ülkelerde baskı ve dayatmalar her zaman amaçlarına ulaşmayabilmektedir. Bu topraklarda demokrasinin kurumsallaşamaması, çağdaşlığın yaşam modeli olarak benimsenmesine rağmen yüzeysel kalmasının altında bu tür tepeden inmeci anlayış ve kökten çözümlerin yattığını söylemek mümkündür.

      Osmanlıda köylü tarım toplum yapısının Cumhuriyet sonrası değişimi şehirlere göç şeklinde başlamıştır. Avrupa’nın aksine burjuva sınıfı ve sanayi devrimiyle değil, askeri-bürokratik kadrolara yerleşmek şeklinde tezahür etmiştir. Böylece, görünüşte şehirli, modern yaşama sahip şehirli nüfus çağdaşlığı yaşamasına rağmen demokratik teamüller karşısında bu işi merkeze, yer yer asker bürokrat kesimlere bırakma eğilimine girmiştir. Şehir yaşam tarzı köy kültürü anlayışını değiştirememiş, şehirli insan çalışmayı, sanayi toplum anlayışına kavuşamamıştır. Şehirlerde daha çok askeriye ve devlet memurluğu gibi üretim anlayışının yerine tüketici anlayış egemenliğini sürdürmüş görünmektedir. Hatta üreticilik-esnaf ve sanatkârlık- anlayışı Türkler arasında rağbet bulmamış, tersine kerih görülmüştür. Günümüzde yaşanan ekonomik sorunlara rağmen halkın devlet kapısını-maaşlı memurluğu-yeğlemesinde bireysel girişimcilik, liberal anlayış ve haklarını elde etme, mücadele etme yetisini tam olarak kazanamadığı gerçeği iki yüz yıllık Avrupalılaşma serüveninden bir arpa boyu zihniyet değişim yolunun alınmadığının önemli göstergesidir.

16-Şükrü Karatepe, Darbeler, Anayasalar ve Modernleşme, İst.1993,s.65

17-Bilal Eryılmaz, ‘Tanzimat’ın Türk Yönetim Tarihindeki Yeri’ Akademik Araştırmalar Dergisi, S.1,İzmir 1987,s.28 

18-Rasim Özdenören “Bir Demokrasi Türü Seçim Demokrasisi”,Umran Dergisi,Ekim2002,sayı,98,s.32)

19-Sait Halim Paşa, Toplumsal Çözülme-Buhranlarımız, Bir Yay, İst. 1985,s.22

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.