Safiye Erol, 1902 senesinde Edirne Uzunköprü’de doğmuş, 2 Ekim 1964’te İstanbul’da vefat etmiştir. 13 yaşında Almanya’ya gitmiş ortaokul ve liseden sonra Münih Üniversitesinde Felsefe ve Edebiyat bölümünü tamamlamış ve doktora yapmıştır. 1926 yılında İstanbul’a döndüğünde, çeşitli dergilerde yazmış, 1935 senesinde ilk romanı olan “Kadıköyü’nün Romanı” yayınlanmıştır. Yazar Ciğerdelen’i en çok sevdiği eseri olarak niteler. “Ciğerdelen’i yazarken on iki kilo kaybettim. İki defa bayıldım. Bitirdikten sonra hasta yattım”* der.  Safiye Erol, hem batıyı hem de kendi medeniyetimizi tanımış, vatan ve iman topraklarına derinlemesine dalmış, kuvvetli kalemiyle Türk Edebiyatında sağlam bir yer edinmiştir.

Safiye Erol’un Ciğerdelen romanı, Türk Edebiyatının şaheser ve güzide eserleri arasındadır. 1946 yılında yayınlanan bu roman bir aşk hikâyesiyle başlar, tarih bu romanın içine siner, Balkanlar’daki eski zaman dilimine ulaşır, yaşayışlar ve doğu-batı medeniyeti hakkında fikirler, olaylar beyan ederek devam eder. 

Kendini anlatan başkişinin bir hayli ilerleyen sayfalarda Turhan olduğunu öğreniriz, Turhan Bey yurtdışında okumuş, çok çeşitli işler yapmış, görmüş geçirmiş ve hedefe varmak için her şeyin mubah olduğuna inanan biridir. Tecrübelerinden bahsederken iki şeyin üzerinde durur. “Birincisi Türk Türk’e yaranamaz kıymet bilmez, ikincisi de parayı küçümsemek için, para sahibi olmak gerekir.”* diye anlatmasına rağmen iyi bir aile geçmişi olması ve üstün özellikleri ilerleyen satırlarda belirginleşir. Kendini anlattıktan sonra Dedelerinden bahseder. Sonra da İstanbul’da sosyete muhitinde, Canzı isminde sevgilisini tanıtır. Sonrasında Turhan’a verilen Canzı’ın yazdığı günlükler bir ailenin yüzlerce yıllık tarihine ışık tutar ve kitabın en önemli bölümünü oluşturur.

Ciğerdelen yerleşimi, Osmanlı Devletinin ulaştığı son uç topraklardan olup, Estergon’un karşı tarafında ve onun nahiyesidir. Hikâye tarihteki yaşanmış olaylarla desteklenmiş, toplumun birlik içinde olmasına, bir ülkünün varlığına, Müslüman olup hizmete giren Gayri Müslimlerin yaptığı hizmete de işaret edilmiştir. Hersekzade Ahmed, Hersek Beyi Kosoviç’in küçük oğludur. Rehine olarak Fatih’in sarayına verilmiş, Enderun’da eğitim görüp, Müslüman olduktan sonra devlet hizmetine girmiş, birçok önemli görevden sonra beş defa Büyük Vezir olmuş, Fatih’e, Bayezid’e, Yavuz’a hizmet etmiş, hayır hasenatta bulunmuş, camiler, vakıflar imaretler bırakmış biridir. Kahramanımız Atasıyla rüyasında konuştuğunda der ki,“Fatih Mehmed’e hizmet etmek dünyanın en şerefli işidir, yeryüzünde ondan daha mükemmel bir insan yoktur.” 

Kadın kahramanımız Canzı, kendine güveni tam, her türlü sosyal muhite giren, tam bir batılı gibi yaşayan, fikri bütünlüğüne ulaşmış bir kadındır. Hem tanbur çalmakta, hem de yabancı âdetleri bilmektedir. Babası Milli Mücadele’de şehit olmuş Miralay Cevad’dır. Aile Rumeli Muhacirlerindendir. Bu kadın tipi, cumhuriyetin ilk yıllarındaki kadını sosyal hayatın içinde gören zihniyetle aynıdır. Canzi, çok zaman evinin salonunda asılı Atatürk resminin altında onu gözleriyle selamlar ve “O, bizi finale götürdü, bilgimiz, görgümüzle hiç bir şeyimiz eksik değildi… Atatürk, Serhadli Gazi’dir, tıpkı atalarımızın Tuna boylarındaki serhadli gazi oldukları gibi,” diye düşünür.

Sonraki yazıda, romanın olay örgüsünü anlatmaya ve değerlendirmeye devam edeceğiz.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.