O gün Halil emmi, Mustafa’yı bırakmadı. Geceyi kendi evinde beraber geçirdiler, gece geç saatlere kadar Kolağası Cafer Kumandana bir mektup yazan Halil emmi, tüm olanı ve biteni uzunca anlattı. Sabahın ilk ışıklarıyla yine hıçkıra hıçkıra yolcu etti Mustafa’yı. Heybesine biraz para ve biraz da azık koydu. Köyde Mustafa’yı Halil emmiden başka gören olmadı, sessizce geldi ve sessizce geri döndü. 

       Mustafa bazen yaya, bazen katır sırtında sekiz günlük zorlu bir yolculuğun sonunda Kolağası Cafer Kumandanına ulaştı. Halil emminin mektubunu okuyan Cafer Kumandan her şeyi öğrendi, Mustafa’yı evine götürdü, kendi evlatlarına göstermediği şefkati Mustafa’ya gösterdi. Mustafa her geçen gün daha da durgunlaştı, hareketleri anlamsızlaştı. Bir müddet sonra akli dengesini de kaybetti, tüberküloz hastalığı da artmaya başladı. Mustafa, yağmurlu bir tan vakti sabah ezanı okunurken kolağası Cafer Kumandanının kolları arasında hayata gözlerini kapadığında 29 yaşında idi. Ve karısı Zehra, Mustafa’m bir gün döner evine gelir diye, ölene kadar her öğünde sofraya bir tabak fazla koydu. Zehra 64 yaşında vefat ettiğinde, avucunda Mustafa’sının mendili vardı.  Unutmayalım ki! Bir zafer, binlerce acının birbirine örülmesiyle oluşur.  

       1911 yılında İtalyanların Libya’yı işgaliyle başlayan savaş, Balkan, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş  Savaşıyla devam etmiştir. Tam on bir yıl süren savaşlar, Arnavutluk dağlarında, Rumeli ovalarında, Galiçya Bataklıklarında, Çanakkale Siperlerinde, Yemen, Arabistan ve Filistin’in kızgın çöllerinde, Sarıkamış’ta Allahuekber ve Soğanlı Dağlarının buz tutmuş doruklarında, Kafkasya’da cephelerde, Nargin, Sibirya, Hindistan, Mısır, Kıbrıs esir kamplarında milyonlarca gencimizi kaybettik.  Geriye bedensel engelli gaziler, yaşlılar, kadınlar, yetim ve öksüzlerimiz kalmıştı. Asıl savaşın çilesini eşlerini cepheye gönderen, çocuklarıyla ve kaderiyle baş başa kalan kadınlarımız çekmiştir. Taze gelinlerimiz dul, ana- babalar evlatsız, küçücük çocuklar da babasız kalmışlardır. 

       Liselerimiz 1914- 1922 yılları arasında son sınıfta mezun vermemişler, son sınıf öğrencilerinin tamamı cephelerde şehit olmuşlardır. İstiklal Harbimiz esnasında subay ihtiyacını karşılamak için on sekiz yaşını ikmal etmiş ve okuma- yazma bilen gençlerimiz Ankara Cebeci Çayırında 45 günlük bir silahlı eğitimden sonra Bölük Komutanı olarak Sakarya Savaşında görevlendirilmişlerdir. Erler 40, yüzbaşılar ise 18 yaşındadır. Bu 18 yaşındaki subaylarımızın % 85’i Sakarya Savaşında şehit olmuşlardır ki Sakarya Savaşına “ SUBAYLAR SAVAŞI” adı verilmiştir. Kurtuluş savaşında çok sayıda genç kadın eşi, oğlu ve erkek kardeşleriyle birlikte işgal kuvvetlerine karşı savaşmışlardır.  Cumhuriyetin ilk yıllarında demiryolu ve köy yolu inşaatlarında çalışan kadınların olduğunu gösteren tarihi ve siyah- beyaz fotoğraflara dikkatlice bakalım, köy ve kasabalarda eli kazma ve kürek tutacak erkek kalmadığından dolayı kadınlar amele olarak çalışmak zorunda kalmışlardır.

       Toros Dağlarında bulunan bir Yörük Köyünde, o köyün en güzel genç kızı çok yaşlı ve bedensel engelli bir erkek ile evlenir. Yıllar sonra yeni yetme gençlerden biri, niçin bu yaşlı erkekle evlendiğini sorunca kadıncağızın verdiği cevap o yıllarda ülkemizin durumu hakkında bilgi vermektedir. Kadıncağız aynen şunları söylemiş. “ Bu köyde bu adamdan başka evlenebileceğim erkek kalmamıştı.”  Halalarınım, teyzelerimin ve akrabam olan kadınlarımız ile kocalarının yaş farklarının çok fazla olmasının tek sebebi şehrimizde genç nüfusun fazla bulunmamasıdır. Bizim seferberlik yadigarı olan kadınlarımız yıllarca eşlerinin cepheden sağ salim olarak gelmesini beklemiştir.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.