Türkistan’dan gelmişiz hepimiz de Yesevîyiz

Sarı Saltuk, Koca Hünkâr, Şâh-ı merdân erleriyiz

Meşreb-i rindâneyiz, Kalenderiz, Haydarî’yiz

Nakşolduk ism-i âlîne, dâima da Halvetteyiz. C.A.

     Asya’nın orta yerinden başlayarak, Türklerin yurdu ve yolu olan Türkistan’dan, Buhara’ya, Horasan’dan Anadolu’ya ve dâhi Kafkaslardan, Balkanlara “Müslüman Türk Kimliğini” nakşeden, Türk Töresi ile İslâm akidesini kaynaştırarak, barışta hoşgörü ile yardımsever müminleri, savaşta ise alperen cengaverleri yetiştiren, Türk-İslâm mefkuresinin kurucusu ve yayılmasının müsebbibi, mütefekkir dava ve aksiyon insanı, Pîr’i Türkistan, Hâce Ahmet Yesevî, dün olduğu gibi bu gün de birlik ve dirliğimiz için örnek ve abide bir şahsiyetimizdir.

     On birinci asırda bu günkü Kazakistan sınırları içinde olan Türkistan civarında adına Akşehir de denen Sayran kasabada dünyaya gelen Ahmet Yesevî, ilk eğitimini kendisi de bir âlim olan babasından almaya başlamış, yedi yaşlarında babasının vefat etmesi üzerine, kardeşleri ile birlikte Yesi şehrine yerleşip, burada Arslan Baba’nın eğitim halkasına girmiş, O’nun da vefatı üzerine 27 yaşında Buhara’ya giderek zamanın âlimlerinden Şeyh Yusuf Hemadânî’nin terbiyesine tâbi olmuştur. Hemâdanî’nin vefatı üzerine de bir müddet O’nun yerine halifesi olarak Şeyh olmuşsa da aldığı bir manevî bir işaret üzerine tekrar memleketi Türkistan-Yesi şehrine dönmüş ve ölünceye kadar burada irşad faaliyetini sürdürmüştür. Ahmet Yesevî’den sonra, Şeyh Yusuf Hemedânî’nin diğer halifesi Abulhâlık Gücdüvânî Onun makamına oturmuş, Onun da talebesi olan Bahaddin Nakşibend de aynı ocaktan yetişen ikinci Türk tarikatını kurmuştur.

     Ahmet Yesevî’nin ilk mürşidi Arslan Baba’nın Muaviye-Yezit zulmünden kaçarak, Orta Asya’ ya göçen Hz. Alî taraftarlarından olduğu, bu sebeple Ahmet Yesevî’nin ehl-i beyt sevgisi ve İslâmın müşfik yüzü ile şereflendiği nakledilir.

     Hâce Ahmet Yesevî’nin on iki bini yanında, doksan bini Türk diyarlarına vazifeli olarak dağılmış yüz binin üzerinde dervişi olduğu ifade edilmekte olup, bu dervişlerin “Hâce’nin attığı cerağın” peşinden Türk yurtlarına gittikleri ve her bir gittikleri yerde bir ocak uyandırarak irşâd faaliyetlerine giriştikleri bilinmektedir.

     Türkler tarafından kurulan iki büyük tarikattan ilki olan Yesevîlik, önce Taşkent ve çevresi ile batı Türkistan'da etkili olmuştur. Daha sonra Horasan, İran ve Azerbaycan'da yaşayan Türkler arasında yayılmış, göçlerle Anadolu'ya, oradan da Balkanlara ulaşmıştır. On üçüncüncü yüzyıl içinde Anadolu'da görülmeye başlayan Bektaşîlik, Babaîlik, Haydarîlik, “Yesevîlik” tarikatından çıkmış kollardır. İleride Yunus Emre'nin mürşidi olan Hacı Bektaşi Veli ile Tapduk Emre aynı zamanda destan kahramanı olan Sarı Saltuk, sonra Anadolu Ahiliğinin pirî sayılan Ahi Evren, Osman Bey'in kayınpederi Şeyh Edebali, Orhan Gazi'nin mürşidi Geyikli Baba ve daha niceleri Ahmet Yesevî'nin Anadolu'ya, maddi ve manevî fetihler için yolladığı, müritleri, akıncıları, halifeleri, olmuşlardır.

     Yesevîlik; tarih boyunca Türklerin İslâm inanç ve yaşayışı ile mensup oldukları tüm tarikat-tasavvuf yollarını etkilemiş, zaman içinde eğitim ve zikir usulleri farklı gibi görünen, ama iman anlayışları aynı olan Bektaşi ve Nakşi dergâhları ile kaynaştığı gibi, şiirleri de Anadolu coğrafyasında biraz da Yunus Emre şiirlerine karışmıştır. Bir taraftan da bizatihi Özbekler Tekkesi adı altında “Ahmet Yesevî Hikmetlerinin” okunduğu Dergahlarla da devamlı Türkistan’dan gelen dervişler ile canlı tutulmuştur. Osmanlı’nın son devir İstanbul’unda üç ayrı semtte, Eyüp’te, Sultanahmet’te ve Üsküdar’da Özbekler Tekkesi mevcut olup, bunlardan en meşhur olanı, Hicaz’a hac farizası için önce İstanbul’a gelen, Özbek hacı adaylarını ağırlayan ve İstiklal mücadelesinde bir geçiş karargâhı olması ile de bilenen ve restorasyon ile ihya edildiğinden hala da ayakta olan, Üsküdar Sultan tepesindeki Özbekler Tekkesidir.

     Yesevîlik öğretisinde gerçeklerle, menkıbeler ve kerametler birbirine karışır ve de hece vezni ile söylenmiş manzumelerle ile ki bunlara “Hikmetler” adı verilmiştir, Dervişler eğitimlerini sohbet ve zikir halkası yanında, bu manzumeler ile eğitimlerini tamamlamaktadırlar. Alpler, bacılar, Erenler ve Ahîler adı altında Yesevî misyonunu taşıyanlar, Türklüklerinden vazgeçmeden, İslami bir görüş kazanarak, yerleşme ve ruh düzeni kurma yolunda büyük hizmetlerde bulunmuşlar, cihana nizam verme merkezleri oluşturmuşlardır.

     Hâce Ahmet Yesevî gününü üç bölümde yaşar, bir bölümümde ibadet ve zikir ile meşgul olur, bir bölümünde talebeleri olan dervişlerine zahiri ve batıni ilimleri öğretir, diğer bölümünde ise tahta kaşık yaparak bunları satarmış. Bu hayat tarzı ile dünyevi ihtiyaçları ile ilim öğretmek ve hizmet etmek gibi esasları yaşayarak, yani hâl edinerek, örnek olduğu görülmektedir.

     Diğer taraftan ileri derece bir eğitim alıp, Arapça ve Farsça bilmesine rağmen, tamamen Türkçe ile yaşadığı bölge itibariyle Çağatay lehçesiyle söylediği manzumeler ile öğütlerini kolayca anlaşılabilir şekilde ortaya koymuştur. Yüksek ilim sahibi olduğu için ilim sahiplerine de hitap etmesinin yanında, çoğunluğu göçebe topluluklar olan milletine daha kolay ulaşmış, Divan-ı Hikmet adı ile bir araya getirilen deyişleri, takipçilerinin de katkısı ile derlenip toparlanmış bulunmaktadır. Bu hikmetli sözlerden mealen birkaç örnek verecek olur isek;

-Yüce Allah’ın aşkını taşıyanlar, halk içinde Hak ile olurlar.

-Hiç kimsenin kalbini kırma, Kalp kırmak Allah’ı incitmek demektir.

-Gariplere merhamet etmek Resulullah’ın sünnetidir.

-Kibirli kişilerin kendinde var olduğunu zannettikleri şeyler, şeytanın oyunudur.

-Nefse uymak yolunda olan kimse, rüsva olmuştur.

     Hâce Ahmet Yesevî’nin sade bir Türkçe ile ve herkesin anlayabileceği bir üslup ile söylediği, halk edebiyatı şeklindeki, hece vezinli şiirleri ve diğer kerametleri de menkıbeler halinde dilden dile, nesilden nesille aktarılmıştır.

     Mesala; daha çocuk yaşlarında Hızır ile görüşüp, sohbet ettiği, nazarı ile dağları deldiği, Arslan Babanın O’na Hz. Peygamberin gönderdiği hurmayı ulaştırdığı, kadın ve erkek birlikte sohbet ve zikir meclislerinde yer almasından dolayı kendisini eleştirenlere, içinde pamuk ve kor ateşin birlikte bulunduğu bir hokka gönderdiği gibi birçok olağan dışı haller de anlatılsa da Hâce Ahmet Yesevî’nin en önemli eseri, Türk illerine gönderdiği on binlerce derviş talebesinin Türk İslam birliği ve dirliği için gösterdikleri gayretleri ve bu yoldaki muvafakatleridir.

     Nihayet Hâce Ahmet Yesevî, altmış üç yaşına geldiğinde Peygamberimiz Hz. Muhammet’ten fazla yeryüzünde yaşayamam diyerek, dergâhının avlusunda yaptırdığı, yer altındaki birkaç metrekarelik çilehanesine çekilmiş ve ömrünün klanının burada ibadet ve zikir ile geçirmiştir. Bugün de altmış üç yaşını geçenlerin “haddi aştık” demeleri de bundan dolayıdır. Vefatından iki asır sonra Emir Timur tarafından yaptırılan ve bulunduğu coğrafyanın şaheseri olarak kabul edilen türbesin de bulunduğu külliyesi, halen tüm Türk topluluklarını bir araya getiren sembol bir makam olmuştur.

     Velhasıl, Hâce Ahmet Yesevî, sade fakat tesirli hayat tarzı ve öğretisi ile imân ve ihlâs coşkunluğu içinde, sadece yaşadığı zamanda değil, tüm zamanlarda, Türklük Dünyasına yol gösteren canlı bir prensipler manzumesi ve sönmeyen bir Orta Asya Meşalesidir.                

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.