Ahtapotun kolları arasında sıkışıp kalan insanımızı bu durumdan kurtaracak yeni dinamiklere ihtiyacımız var.

Sanayi devrimi ile başlayan yeni bir dünya yaratma denemesinde amacına ulaşan sermayenin gücü karşısında edilgenleşen  dünya nizamı içerinde sıkışan Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti, kendi rotasını bir türlü çizebilmiş ve yönünü tayin edebilmiş değil!

Okyanusta pusulası bozulan bir gemi ve yolunu çizmekten aciz bir ülke gibi kendi rotasının ne olduğunu, olması gerektiğine karar veremeyen bizler…

Tanzimat’la başlayan yeni bir yön bulma, yeni bir kültür ve medeniyete yelken açma sorunumuz hala devam ediyor. 

Bir yandan milli kültürü koruma karalılığından dem vururken diğer yandan Avrupa’nın değerlerini benimseme zorunluluğu duyan iki arada bir derede kalmış insanlar ülkesidir Türkiye!

Cemaat, tarikat, görüş ve hizipler yumağı haline gelmiş din, dünya ve hayat modeliyle iki yüz yıldan fazladır süregelen açmazlığımız hali ortadadır.

Seçimler, vaatler, bildiriler, ümitler... Demokrasi oyunu içerisinde figüran rolü biçilen halk yığınları!  Sessiz çoğunluk.  Demokrasi görünümlü seçilme yarışları! 

Ben bilirimci düşüncenin-idarenin demokrasi oyununun gerçek kahramanı olan halkla yüz yüze gelemeyişi-gelmekten kaçınması!

Her yeni seçim döneminde pompalanan ümit rüzgârlarından sonra başlayan çile ve karamsarlıkla şişirilmiş kuzey rüzgârlarının geri dönmesi-döndürülmeye çalışılması!

Biz ve onlar anlayışı.

Oyun ve oyuncular arasında gidip gelen ülke ve demokrasinin vazgeçilmez ilkeleri…

Bizim gibi köklü kültüre sahip milletlerin talihsizliği, Osmanlı’nın Arap aklını devralarak Gerileme döneminden sonra güçlenen sorgulama mantığının hala yeterince kavrayamamış olmamızdır. Yerleştiği hücrelerden sökülüp atılamaması!

Ne istediğini tam olarak bilmeyen, bilse de açık yüreklilikle dile getirmekten aciz hale getirilmiş insanımızın önüne konan alternatifler arasında görüntüden başka farkları olmayan seçeneklerin bulunması oyun ve oyuncuya verilen görev olarak düşünülmeye değerdir.

Ekonomi politikaları, kültüre, halka karşı yaklaşımları  bir muammadır oyunculara verilen görevin! 

Oyunda rol alan kahramanların kendileri dahi hangi projelerle halkın sorunlarını çözeceklerini tam olarak bilmiyorsa varın siz düşünün gerisini. 

Bol keseden atılan vaatlerle meydanlara çıkacak ve yine demokrasi oyununda rollerini iyi ezberlemiş olanlar  söylevlerini okuyacaklar, nutuklarını atarak sahneden uzaklaşacaklardır. 

Sanayi devrimiyle birlikte sermayeye dayalı yönetim anlayışı ile iktidara gelenlerin modern devletlerin beynelmilel yönetimlerin-kurallarını korumak temel görevleridir. Sistemi koyan güçlerin çıkarları her şeyden önceliklidir. Ulus devletin kuruluşunda da bu anlayış geçerlidir.

Kutsallaştırılan kurum ve kuruluşların bekası için gerektiğinde yok sayılan halkın tercihlerinin tam olarak merkeze yansıdığı bir dönem yaşanmamıştır dense yeridir. 

Tarımdan geçimini sağlayan, emekli, dul, yetim, işçi, çalışan, %80 çoğunluğun talepleri ve sorunları her dönemde masaya yatırılmış ancak masadan ya ölü olarak kaldırılmış veya sakat bir nesil yetiştirilmiştir. Masadan kazançlı çıkan her zaman sermaye ve ulus devletleri besleyen beynelmilel çevreler olmuştur.

Kişinin özgürlüğü ve ekonomik mutluluğunu amaçlayan liberal politikaların ülkemizde tam anlamıyla yerleşmesi, kişinin kutsallığının korunması, demokrasinin bütün kurum ve kuruluşlarıyla işletilmesi kimlerin çıkarlarını zedeliyorsa bu topraklarda şimdiye kadar onlar tarafından yazılmıştır bütün yönetim oyunları.

Sorgulama mantığı, özgürlüklerin genişletilmesi, hak arama kutsallığının öğrenilmesine kadar sanırım bu böyle devam edecektir. Kişisel planda var olduğunu haykırana kadar insanın bu durumdan gocunmasının hiçbir anlamı yoktur. 

İçinde bulunulan durumun yaratıcıları, çanak tutucuları yine insandır. Eleştirdiklerine karşı ram oldukları efendilerinin önünde boyunlarını uzatan masumlar…

 Yapılması gereken en önemli değişim öncelikle kendi durumumuzu, anlayışımızı değiştirmek  ve daha sonra yönetime talip olanlardan bunları istemek olacaktır.

“Bir millet, sahip olduğu dini insanî değerleri, benliğini, kendilerindeki yüksek özelliklerle değiştirmedikçe, Allah o milletin elinde olan nimetleri değiştirmez, sosyal, siyasî ve ekonomik düzenlerini bozmaz.” Bu realite dini bir realite olduğu kadar sosyal ve siyasi bir gerçekliktir de.

Dünyada onuruyla ayakta durabilen ve sözü dinlenen kaç devlet var” diye kendimize soracağımız sorusuna vereceğimiz cevap kadardır duruşumuz ve insanımızın gücü!

Ancak tarih bizi çağırırken içinde bulunduğumuz milli benlik kaybımıza rağmen batının gözünde İslam hala Türk olarak algılanmakta ve İslam dünyasının çoğu sömürge iktidar seçkinlerine rağmen Türkler tarihin gücüyle batının bilinçaltında hala gücünü, varlığını koruyabilmektedir!

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.