Hep sormuşumdur kendime İnsan nedir, kimdir, nasıldır? diye. İnsanı tanımak kendini tanımaktan başlar derler ya! Acaba kendimizi ne kadar tanıyoruz insan olarak? Kendimizi tanımak çabasında mıyız? , Böyle bir gayretimiz var mı insan olarak. Merakımız kendimizi tanımaya yetmekte mi? Yoksa kendimiz tanımadan başkalarını tanımak nasıl bir duygu, bunu anlıyor, biliyor muyuz?  İnsan için önemli olan ne? İnsan kendisine efendi mi olmaktadır yoksa  insan kendine köle mi?   Tüm bu sorular geçerken kafamın içinden kendimizi tanımalıyız diye düşündüm.  Tabi ilk insan ve ardından gelen uzun zaman insan olmadı, insana köle. Fakat ilk sömürgecilik duyguları ekilince insan zihnine,  bitiverdi doğal özgürlükler. Tabiatta olan insan özgürlüğü teslim oluverdi para denen namertte. Doğanın bağrında kendi doğal özgürlük alanında ortaklaşa yaşam savası veren insan kendini süfli insan duygularında, esarette buluverdi gün geldi. Değişim vasıtası olan parayı bulan insan, kendi yarattığı meta’nın kölesi oldu zaman içinde. Doğa’yı güçlü görüp onun güçlerine teslim olan insan para ile birlikte kendinin kölesi oldu. Çünkü ihtiyacı olan üretim vasıtalarını elinde bulundurması onu diğerlerinden güçlü kılmakta idi. Üretim vasıtalarını elinde tutan  ve başkalarının da özgürlüğünü satın alan insan daha güç ve kuvvete sahip olmaktaydı. Satın alan insan bu gücü daha da kuvvetlendirmek adına değişim vasıtası ile birleştirip insanı ve insan kitlelerini satın almaya başladı. Daha doğrusu güçlü olan güçsüz ve zayıfı ezerek onu köleleştirdi. Kendi emel ve istekleri doğrultusunda çalıştırdı köle yaparak insanı. İnsanın mistik yönü onu bir takım gizli güçlere boyun eğmesini sağlar. Buna ister doğa güçleri deyin, isterse “Tanrı” deyin, insanın yönelişi bir gizli kuvvete dayanma olgusudur. Bu boyun eğme para’nın bulunması ile insana döndü. Güç sahibi artık insandı. Para ile herkesi köleleştirmek daha kolaydı. Ve zaman içinde tek hakim güç oldu. Ekonomi, siyaset ve daha başka faktörler de bu işin içine girince, bu işi hızlandırdı. Buna zalim yönetimlerde eklenince kölelik hem bireysel, hem kitlesel hem de ulus çapında olmaya başladı. Tabi en önemli faktör gücü elde etmekti.  Çoğu kere doğa’nın hakimiyetine baş kaldıran insan iş menfaate gelince kendi hırsına ve nefsine yenik düştü. Menfaat uğruna başkalarının hakimiyetini kabul eder hale düştü. Köle pazarları kuruldu, kölelik “parasız işçilik” olduğunu vurgulayan köle tacirleri Maya, İnka ve Aztek medeniyetlerini ortadan kaldırdılar. Onların bir medeniyeti vardı. O medeniyetleri yok ettiler. ABD’de Avrupa’dan gelen kürek, kazık mahkumları oranın yerlisi olan Kızılderililerin soyunu ortadan kaldırmaya çalıştılar. Fetihler uğruna nice insanlar yok veya “köle” edildiler. Teknoloji geliştikçe insan maddenin iyice kölesi durumuna düştü. Kendi eliyle bulduklarının esiri oldu. Bu gün insan “para” ve “değerli madenler” uğruna insan daha köleliliğin girdaplarında debelenmektedir. Birbirini kitleler halinde imha etmekten çekinmemektedirler. Daha da kötüsü menfaat uğruna, çıkar uğruna birbirinin boğazına çökmektedirler. Para, ahlakı tasnif dışı etti. Her değer para ile ölçülür oldu. Bir anlamda para insanın efendisi oldu. Kitleler buna mağlup oldu. Değerleri maddeye esir oldu. Eskiden kölelik,  köle tacirleri tarafından yapılırdı. Şimdi ise para bu işi gönüllü köleliğe döndürdü. Bir de zihinsel köleler var. En acınası kölelik de zihinsel kölelik. Kendi değerlerini ıskalayıp başkasının fikri hakimiyetine girmek. En acınası durum da bu.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.