Demokrasi için dön baba dönelim diyerek yazımıza başlasak ve bu hafta da “Türklere uluslararası demokrasi anlayışını benimsetmek mümkün müdür?” şeklinde bir soruyla devam edelim.

Türklere uluslararası sistemin benimsediği-dayattığı demokrasi anlayışını benimsetmek mümkün müdür?

Diyoruz ki demokrasiyle millet olarak yontulmamız, şekil verilmemiz mümkün olabilir mi?

Yani diyoruz ki kalelerimizi topla tüfekle alamayan uluslararası devletler çağdaş demokrasi adı altında geliştirilen ve kendi tarihi, kültürel, siyasi dini ve ekonomik koşulları içerisinde olgunlaştırdıkları sistemin içine dahil bizi de dahil edebilirler alabilirler mi?

Batının standartlarına göre demokratik olmayan taraflarımızı, düşünce kırıntılarımızı atıp çok uluslu şirketlerin ortaya koyduğu ve tek akçe olarak benimsetmeye çalıştığı, tek düze bir kalıp haline getirerek her ülkeye lazım bir levazımat gibi Demokles’in kılıcı misali başımızın üzerinde tutuğu bu çağdaşlaştırılmış yeni yaşam biçimi bizim için biçilmiş kaftan olabilir mi?

Yoksa demokrasi dediğimiz şey uğruna yaklaşık 200 yıldır taklalar attığımız ve Batının kendi tarihi, kültürel, inanç ve hayata bakışı ile modernleştirdiği yeni hayat, ekonomi, siyasi ve düşünce dünyasının kirli sularını dökerken bizim gibi ülkelerin yıkadığı, zorlu süreçlerden ve süzgeçten geçirip geleceğe yatırdığımız öz sularımızı dökmek zorunda olduğumuz bir hayal cenneti mi?

Batı ve yerel işbirlikçileri yüzyıllar içerisinde benimsediği sistem hayatiyetini sürdürebilmek için dünyada ve ülkemizde birçok düşünce, ekonomik hayat, kültürel yapıyı değiştirmek için iki asırdır mücadele veriyor. Hem de bu değişimin gerekliliğine, yararına ve kaçınılmaz tek ve nihai çözümün bu olduğuna inandırarak verilen mücadelede bizim sınavımız pek çok ülkeden daha çetin geçiyor!

Demokrasi milletin tercihi ve hayata bakışının tezahürü olan çoğunluğun azınlık olarak kabul edilen %51’in %49’u yönetme iradesi.

Batının geliştirdiği sistemleri sorgulamadan almanın-kabul edilen faturalarını yine çoğunluğu temsil eden milletin fertleri ödüyor.

Politika ve aksiyon adamlarının en zayıf yanı, düşünce adamını küçümseyişleridir. Beyinle kol, nazariye ile aksiyon el ele vermedikçe, toplum sıhhate kavuşamaz."

Hâlbuki bizim bildiğimiz türkü böyle değildi. Binlerce yıldır kendi türkümüzü bilir ve kendi türkümüzü söylerdik üç kıta iki denizde! “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadardı” vatanımız.
Bir zamanlar “Kıtaları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik… Bir biz vardık cihanda, bir de küffar... Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu! Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, "Ben Avrupalıyım" demeğe başladı, "Asya bir cüzzamlılar diyarıdır." Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara ve kulağına: "Hayır delikanlı", diye fısıldadılar, "sen bir az gelişmişsin.”

Birileri az geliştiğimizi kulağımıza fısıldadı ve inandık. İki yüzyıldan fazla bir zamandır demokrasi yolunda, çağdaş uygarlık yolunda yürümek azmiyle başlayan hikayemiz Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, 1876-1908 Meşrutiyet denemelerimizle devam etti.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.