Yûnus Emre, Anadolu Türk Müslümanlığının en önde gelen temsilcililerinden olup, milletimizin duyuş, düşünüş ve inanç temayülünün, sesi-sedâsı olmuş, tasavvufi irfan geleneğini mayalayarak, gönüllerde haklı olarak taht kurmuştur.

On üçüncü asırda yaşadığı bilinen Yûnus Emre’nin şiddetli Moğol akınları ile Horasan’dan Anadolu’ya göçen Türkmenlerden olduğu, dağılmakta olan Anadolu Selçukluları döneminde önemli bir göç durağı olan Karaman’da konup, Anadolu’yu dolaştığı ve hattâ Balkanlara kadar devam eden göç ve iskân faâliyetleri içerisinde Anadolu’nun ve Rumeli’nin Türkleştirilmesi asırlarında yaşadığı târihî bir vâkıa olup, bugün on beş ayrı yerde mezarı ve makamı bulunmaktadır.

Yaşadığı asrın siyâsî kargaşası ve kıtlığı içinde âilesine buğday temin etmek için Karaman’dan yola çıkan Yûnus, gidenin elinin boş dönmediğini duyduğu, Hacı Bektaş Veli Dergâhı’na varır ve yolda topladığı yaban armudu-ahlatları takdim ederek, âilesi için buğday ister. Hacı Bektaş Veli, Yûnus’daki kābiliyeti sezmiş olmalı ki; O’na “Buğday mı istersin, himmet mi?” diye sorar. Yûnus “Neyleyeyim himmeti, bana buğday gerek” deyince, çuvalları buğdayla doldurulup, yolcu edilir. Yol boyunca zihnini kurcalayan sual, ancak evine döndüğünde cevâbını bulur ve “Ne yaptım ben” diyerek, tekrar Hacı Bektaş Veli Dergâhı’na koşar. Ancak bu defa Hacı Bektaş Veli, “Bizden geçti senin nasibin Tapduk Emre’ye verildi” diyerek, onu Manisa Kula’daki talebesi Tapduk Emre’nin Dergâhı’na gönderir. Burada odunculuk yapan Yûnus kırk yıl dergâha odunların bile en doğrusunu taşır. Hocasının dersleri ile tamam olur, coşar, taşar ve dile gelip, tasavvufî halk şiirinin ölümsüz eserlerini verir.

Taptuğun tapusunda / Kul olduk kapısında,

Yûnus miskin çiğ idik / Piştik Elhamdülillah.

***

Ben gelmedim dâvâ için / Benim işim sevi için,

Dostun evi gönüllerdir / Gönüller yapmağa geldim.

***

Yetmiş iki millete / Bir göz ile bakmayan,

Halka müderris olsa / Hakîkatte âsîdir.

***

Adımız miskindir bizim / Düşmanımız kindir bizim,

Biz kimseye kin tutmayız /. Kamu âlem birdir bize.

***

Elif okuduk ötürü / Pazar eyledik götürü,

Yaratılanı severiz / Yaradan'dan ötürü.

***

Cennet, Cennet dedikleri / Birkaç melek birkaç hûri,

İsteyene ver onları / Bana seni gerek seni.

Gibi sevgi, hoşgörü ve barış mesajları ile Osmanlı adı ile kurulacak Müslüman-Türk İmparatorluğu’nun temellerini ve mozaiğini hazırlamıştır. Yûnus, Tapduk Emre’nin vazîfelendirmesi ile yedi yıl Anadolu’yu dolaşır. Mevlânâ Celâled-din-i Rûmî ile de görüştüğü rivâyet edilir. Bu görüşmeye atfen;

Mevlânâ Hüdavendigar bize nazar edeli,

O’nun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır.

Diye seslenir. Diğer taraftan Mevlânâ da Yûnus’a atfen;

“Hangi mertebeye çıktıysam, O Yörük Koca’sının ayak izlerini gördüm.”

Diyecek, bu görüşmenin madde veya mânâ âleminde olduğunu bilemesek de târihe böylece not düşülecektir.

Yûnus tasavvuf rûhunu kalıplardan çıkarıp amel hâline getiren ve hayâtın içine karıştıran adam olduğu gibi, aynı zamanda bir dil mîmârıdır. Yûnus’un şâirliği ve dervişliği, bir kılıcın iki yüzü gibi birbirinden ayrılmaz bir bütündür. İnsanları terbiyede ilâhî aşkı muallim ve mürebbi kabul eden Yûnus’a, aşk ahlâkının da en cesur bekçisi demek câizdir. Elini ayağını zaman ve mekân zincirlerinden kurtarmış ulu kişilerin rahatlığı ile aşk ve tasavvuf ahlâkını, yüksek bir sanat tufânı içinde kütlelere aktaran Yûnus, dünkü cemiyet için ne kadar mühim ise, bugünkü cemiyet için de belki daha lüzumludur. Horasan’dan gelen Koca Yûnus’a on üçüncü asır Türklüğünün ne ölçüde bir minnet borcu varsa, bugünün Türklüğünün de aynı tefekkür, îman ve sanat karşısında, bir aynaya bakar gibi, kendini araması ve seyretmesi lâzım olduğu fikri, ne kadar isabetlidir. *

Gönül Çalabın tahtı / Çalap gönüle bahtı,

İki cihan bedbahtı / Kim gönül yıkar ise.

***

Miskin Yûnus erenlere / Tekebbür etme toprak ol,

Topraktan biter küllisi / Gülistandır toprak bana.

***

Bu dünyâdan gider olduk / Kalanlara selâm olsun,

Bilmeyen ne bilsin bizi / Bilenlere selâm olsun.

Yûnus gibi ölmezlerin hayâtı, kendilerine âit olmaktan çıkmış, kütlenin malı, kütle menfaatinin nîrengi noktası olmuştur. Onlar iki dünyânın sıfatlarını da hiçe saymış, iki dünyâyı da aşıp ölümsüzlük sırrının uluları arasında yer almış yücelerdir. Onlar demek fazîlet demektir, adâlet, iyilik, güzellik ve sevgi demektir. Yûnus’a felsefesini aksiyon hâlinde tercüme edip, günlük ve pratik hayâta mâletmiş bir serdengeçti denilebilir. *

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.